İlişkilerin Aritmetiği

Psikoterapist Cengiz Sav

Bütün terapi yaklaşımları ruhsal sorunların ortaya çıkışı ve iyileştirilmesiyle ilgili farklı bakış açılarına sahip olsa da temel hedefleri, kişiyi yaşadığı çatışmaların yarattığı baskıdan kurtararak özgürce seçebilmesini veya daha doğru bir ifadeyle seçebileceğinin farkına varmasını sağlamaktır.

Bu yazının konusu; tekrar eden, zorlayıcı, dramatik duygu ve davranış değişimleri gösteren ilişkilere dair, konunun uzmanı olanlar ve olmayanlar için, psikanalitik ve psikodinamik bir bakış açısı sunmaktır. Bu tür zorlu ilişkiler için hem bir bakış açısı sunmak hem de çözümlere işaret etmektir. İlişkiler ile kastedilen, genel ve en geniş anlamıyla ilişkilerdir. Bu yazıdaki ilişki kavramı bir insanla olan arkadaşlık veya romantik ilişkiden tutun da bir hayvanla, objeyle veya genel olarak dünyayla kurulan ilişkiyi içerir. Bu, geçmişte yaşadığımız deneyimlerin adım adım kendini nasıl yinelediğini anlatmak, zorunlu olanla seçilebilir olan arasındaki ayrımın kalmadığı ruhsal ve ilişkisel durumlara ışık tutmak için kaleme alınmış bir yazıdır.

Cevaplar, soranların ve soruların tutsağı olsa da soru sorabilmek hep özgürlüğe dairdir. Bu açıdan terapi daha özgür soru sormayı, daha doğru sorular sormayı hedefleyen bir süreci içerir. Yanlış bir soru doğru cevaplan(a)maz. Sadece doğru cevaplandığına dair bir sanrı yaratır. Bir sorunun temelindeki kaygıyı geçici bir süre dindirir, bir süre sonra aynı soruyu sabah uyandığında başucunda yine buluverir. Sabah uyanmak denilmesinin iki temel sebebi vardır. Bunlardan biri rüyaya dair, diğeri de tabiri caizse koynunda uyandığımız kişiye veya ilişkiye dairdir. Bu ikisinin de ruhsal dünyamızdaki işlevselliği aynıdır. Bu açıdan rüyadan öğrenmekle ilişkiden öğrenmek veya öğrenmemek arasında fark yoktur.

İnsanın kendi yaşadıkları ve kendi ruhsal dünyası üzerine bir şeyler anlatmasının tek yolu onlar hakkında konuşmak değildir. İnsanın yaşadıklarını anlatmasının en kolay yolu ve çoğu zaman en sık başvurduğu, onları yaşatarak karşıdakine farkında olmadan anlatmasıdır. Aynı zamanda kendisi de yaşayarak hatırlar. Feqiyê Teyra’nın deyimiyle su diliyle anlatamayınca, haliyle anlatır su olmanın ne demek olduğunu.

İlişkilerin Aritmetiği-------
İlişkilerin Aritmetiği——-

Yaşadığımız ilişkiler genel olarak ruhsallığımızın somut, yaşayan ve gözlemlenebilen bir formülasyonu gibidir. Bilinçli veya bilinçdışı bütün korkularımız, çatışmalarımız, kaygılarımız ve arzularımız orada adeta iki ayak üstünde canlı bir şekilde durmaktadır. Bu formülasyonda sayılar veya bilinmeyen x, y, z’ler yoktur. Bunun yerine rüyalar, ilişki içindeki gündelik gelgitler, ama’lar, lakin’ler, iyi niyetli kötülükler, kötü niyetli iyilikler vardır. Bunların çoğu tahammül etme kapasitesi yüksek olan birinin her zaman göreceği gündelik ve sıradan şeylerdir. Buna karşın, bunlar hakkındaki farkındalık o kadar kaygı yaratır ki çoğu zaman ilişkiyi oluşturan kişiler tarafından şiddetle bastırılma, üzerine konuşmama gibi yollara başvurulur. Hatta çoğu zaman tersyüz edilerek ilişkiye dair tedirginlikler ve kuşkular kesinliğe ve netliğe dönüştürülerek ifade edilir. En nihayetinde de, Shakespeare’in dediği gibi “bir de rüyalar olmasa… uyumak ne güzel!”. Yaşadığımız ilişkilerle gördüğümüz rüyalar arasındaki benzetmeden yola çıkarak bu sözü “bir de ilişkiler olmasa… yaşamak ne güzel” şeklinde düşünebiliriz. Kaçtığımızı düşündüğümüz şey, kucak açarak ona doğru koştuğumuz şey olabilir.

Her ilişki bir rüya gibidir. Kimini görmek bizi mutlu eder, kimi de uykumuzdan uyandırır, bize kasvet verir. Sürekli bizi zorlayan birine “kabus gibisin” dememiz bu duruma çok iyi bir örnektir. Görmek istemediğimiz ama tekrar tekrar zorlayıcı biçimde gördüğümüz veya yaşadığımız kişiler ve ilişkiler veya kabuslar…

İnsanın kendisiyle baş başa kaldığı zamanlarda daha dürüst olduğu düşünülür. İşte bu yalnız kalma hallerinin en önemlilerinden ve değerlilerinden biri uykudur. İnsan uykuda kendiyle rüyalar aracılığıyla konuşur. Rüyada insan kendiyle anlayabileceği ve tahammül edebileceği bir dilde ve şekilde kendi içsel hakikatine dair konuşur. Rüyada bir yandan tek başınadır bir yandan da alabildiğine kalabalık. Her rüya insanın kendisine olabildiğince dürüst bir şekilde hem sorabildiği bir soru hem de verebildiği bir cevaptır. Rüyanın bu bağlamda iki işlevi vardır: Soru ve Cevap.

Bir ilişkiyi yaşama sebebimizle bir rüyayı görme sebebimiz aynıdır. Her ikisi de kendimizde anlayamadığımız ama bir şekilde hayatımıza etki eden ruhsal süreçlerimiz hakkında bilgi verir. Bir türlü normal süreçlerle aklımıza veya dile gelmeyeni, hatırlanmayanı bize hatırlatır veya anlatırlar. Deyim yerindeyse, ilişkiler aracılığıyla, aklımıza gelmeyen başımıza gelir. Psikolojik olarak özümsenmesi zor olan bütün geçmiş ilişki deneyimleri kendini bugünkü ilişkilerimizde tekrarlar.Yeni bir rol dağılımıyla ortaya koyar.

İlişkilerin Aritmetiği--------
İlişkilerin Aritmetiği——–

Ruhun Parmak Hesabı: İlişkiler

Zihninden toplama çıkarmayı henüz öğrenmemiş bir çocuğun parmaklarını kullanması gibi insanlar da ilişkilerini kullanırlar. Bu hesap içsel bir muhasebenin hesabıdır: Geçmişin gölgesinde yapılan bir ruhsal ve ilişkisel toplama çıkarma, bir ilişki aritmetiği. İçsel muhasebe zorlaştıkça, kafa karıştıkça parmaklar daha da fazla önem kazanmaktadır. Her parmağa farklı bir parmak kukla yerleştirilmekte tekrar tekrar bu içsel hesabın sağlaması yapılmaktadır, ta ki bu ilişkisel aritmetiğe kişi ihtiyaç duymayana kadar.

Bir çocuğun aritmetik yaparken parmaklarını kullanmasının sebebi soyut düşünebilme ve sembolizasyon kapasitesinin henüz gelişmemiş olmasıdır. Benzer şekilde, ilişkiler de bir arazdan ortaya çıkar. Doğrudan söylemek gerekirse, bir şeyi tek başına yapmanın bir yolu olmadığı için ikinci kişiye veya daha fazla kişiye veya şeye ihtiyaç duyulur. Bu açıdan düşünüldüğünde, insanın iki kişilik dünyası bir yapamama, edememe veya gücü yetmeme durumuyla başlar. İnsan en az iki kişilik bir arazdır.

İnsan gelişimi göz önünde bulundurulduğunda, tek başına yapılamayan ilk şey beslenmedir. Bebek kendi kendini besleyemediğinden ikinci bir kişi olan anneye muhtaç olur. İnsanın iki kişilik dünyasının başladığı yer de burasıdır.

İlişkiler Nasıl Deli Gömleğine Dönüşür?

Deli gömleği geçmişte ruh sağlığı hastanelerinde hastaların kendilerine ve başkalarına zarar vermemeleri için kullanılan bir çeşit gömlekti. İki kol arkadan bağlanarak hastanın hareket kabiliyeti sınırlandırılırdı. Sürekli tekrar eden ilişki biçimleri buna benzerdir. İlişkiler bazen kişilerin hayatında kişinin mevcut kapasitesini kullanmasını, gelişmesini ve büyümesini engelleyen bir deli gömleği işlevi görürler. Kapasitelerini tam olarak kullanmak ve sırtındaki yüklü geçmişten kurtulmak korkutucu gelebilir.

Tercihen veya zorunlu aptallık veya inkar kişiyi ilişkinin yaşattığı duygulardan veya o ilişkinin (rüyanın) tabirinin kaygı dolu anlamlarından koruyamaz. Sonuç olarak bir kişi bilinç düzeyinde ne kadar aptal olursa olsun; bilinçaltı düzeyde her zaman çok zekidir. Bilinçaltı görmek istemediğini gözüne sokar.

Hayatı ve yaşadıklarımızı kendimizin tercih ettiği bir şey olarak görmek yerine başımıza gelen, maruz kaldığımız ve en temelde de tercih etmediğimiz bir şey olarak görmek genel eğilimimizdir. Peki, bir şeyi tercih ettiğimiz bir şey olarak görmekle başımıza gelen veya maruz kalmak zorunda olduğumuz bir şey olarak görmek arasında nasıl bir fark vardır?

İlk başımıza gelen veya tercih etmediğimiz şey, ailemizdir. Onları tercih etmeyiz, edemeyiz. Onlarla olan bağlarımız onlara yakınlaşsak da uzaklaşsak da hayatımızın sonuna kadar, hatta ondan sonra da, bizden bağımsız bir şekilde, sağ kalanlar için bilinç düzeyinde veya bilinçdışı düzeyde devam eder. Bu bağ, kan bağı ve bu kan bağının üzerinde biçimlenmiş olan psikolojik bağdır. Soru da burada ortaya çıkmaktadır: Herhangi bir kan bağına sahip olmadığımız kişilere karşı aynı duyguları nasıl yaşarız? Farklı bir yüz, farklı bir beden, farklı bir bağlam ama aynı duygular.

Bu açıdan düşünüldüğünde, içsel gerçekliğin en açık örneği gündelik hayatta insanların kurduğu ilişkiler, eş seçimleri ve arkadaş tercihleridir. Bazı istisnalar hariç bunlar kişilerin tercihiyle kurulmuş ilişkilerdir. Özellikle, tercih edilemeyen bir ilişkiler ağı olarak olarak anne, baba, kardeş, amca, dayı gibi kişilerle olan ilişkilerimizin aksine diğer ilişkileri tercih edebilir veya duygusal ve fiziksel olarak yakınlaşabilir veya uzaklaşabiliriz. Buna karşın birçok insan bu ilişkileri; doğuştan getirilen, değiştirilemez veya tercih edilemez gibi görür. Bu şekilde onları, tercihlerimizin ötesinde başımıza gelen şeyler olarak görürüz.
İlişkilerin Aritmetiği, Psikoterapi, Psikolog, Terapi, Terapist Moda, Psikolog Kadıköy, Terapist Şişli, Psikanalitik Terapi, Psikodinamik Terapi, Çift Terapisti Beyoğlu, İlişki Terapisi, Evlilik Terapisti Kadıköy

İlişkilerin Aritmetiği---
İlişkilerin Aritmetiği—

Ünlü matematikçi John Forbes Nash’in hayatını konu alan Akıl Oyunları (A Beautiful Mind) filminde paranoid özelliklere sahip olan Nash, sanrısal (gerçekte olmayan) arkadaşlara sahiptir. Nash’in kafası hastalığının etkisiyle çok karışıktır. Çevresindeki insanlardan kimin gerçekten var olduğuna, kimin sanrılarının bir parçası olduğuna karar veremez. Yıllar geçer. Sonunda Nash şunu fark eder; “Eğer siz gerçek olsaydınız sizler de benim gibi yaşlanırdınız”. Bu ölçüt bütün ilişkiler için söylenebilecek altın bir orandır. Nash o an büyümeyen, olgunlaşmayan, yaşlanmayan ve ölmeyen bir kişinin veya bu bağlamda ilişkinin dış dünyaya ait olmayacağını fark eder. Onun sanrısal arkadaşları hiç büyümüyordu. Nash’in saçları beyazlarken onlar hep aynı fiziksel görünüme sahip ve aynı yaştaydılar. Filmde Nash bu aynılığı veya değişmemeyi fiziksel olarak fark eder. Nash’ten talepleri ve beklentileri de değişmiyordu. Bu aynılık onlardan mı kaynaklanıyordu? Bu aynılığın sebebi temelde sanrısal arkadaşların fiziksel görünümü değil; Nash’in değişmeyen ruhsal durumu, bir türlü olgunlaşamayan çocuksu çatışmaları ve çocukluk dönemine ait ilişki kurma biçimiydi. Büyümeyen şey, Nash’in içindeki bir şeydi.

Dış gerçeklik değişir, büyür çünkü organik, yani canlıdır. İnsanların, ilişkilerin ve dış çevrenin, organik olan her şey gibi değişmesi gerekir ama Nash’in içsel gerçeği bu bağlamda inorganiktir, yani ölüdür. Değişmez, dönüşmez. Onun için dış çevre ne kadar değişirse değişsin hep tehlikeli olacaktır ve ondan kendisini koruması gerekir.

Eric Fromm’un deyimiyle özgürlükten kaçış tam da bu noktada başlar. İlişkiler aracılığıyla kişi kendi özgürlüğünden, özgürce seçebilme hakkından vazgeçer veya vazgeçmiş gibi yapar. Öyle bir hakkının olduğunu kabul etmez. Dış çevresini seçtiğini ve hala seçmekte olduğunu kabul etmek onu kaygılandırır çünkü bütün yaşadıklarını kendisinin kendi başına getirdiği bir şey olarak kabul etmek bir noktada öteki kişilere kızma hakkını elinden alır. Dış dünyaya ve oradaki kişilere karşı savunmasız, pasif ve güçsüz olduğunu düşünmek, ötekine kızma ve mağdur olma hakkı verir. Kendi ömrünün bir celladıyken, celladın elleri arasında çırpınan kurban olur. Korkar celladının yüzüne bakmaya. Celladın siyah maskesini de çekip çıkarmaya korkar; çünkü bütün saklı gerçeği o anda ortaya çıkacaktır.

Bir kişinin ruh sağlığını değerlendirmede en önemli iki ölçüt duygu (affect) ve duygulanımıdır (mood). Genel olarak düşünürsek, duygu, şu anda ne hissettiğimizle ilgilidir. Duygulanım ise genel olarak nasıl hissettiğimizle ilgilidir. Her iki kavram bir kişinin ruhsal durumunu değerlendirirken kullanılan iki temel kavramdır. Bunların zenginliği, çeşitliliği ve ahengi bir kişinin ruh sağlığı açısından ne kadar işlevsel olduğunu anlatır. Bunlardaki fakirlik veya aşırı değişimler ise ruhsal sorunlara işaret eder. Aynı kavramları ilişkiler için de kullanabiliriz: İlişkinin duygusu ve ilişkinin duygulanımı gibi.

Tekrar tekrar zorlayıcı bir şekilde aynı duyguların yaşandığı ilişkilerde ilişkinin duygusunda ve duygulanımında sorunlar vardır. İlişki hastalanmıştır. İçeriği fakirleşmiş ve sürekli dramatik değişimler ve tekrarlar içeren bir hal almıştır.

İlişkilerin Aritmetiği------
İlişkilerin Aritmetiği——

Ölü Toprak

İlişki iki kişi arasındaki bağın toprağı gibidir. İlişkiyi oluşturan kişiler, o toprakta büyümeye çalışan canlılardır. Bir ilişkinin niteliğini belirleyen, içinde yaşayan insanları ne kadar beslediğidir. Aynı zamanda o kişilerin ilişkiyi ne kadar beslediği de önemlidir. İçindekilerle birlikte ilişkiler de büyür. Tek başına baş edilemez duran her şey ilişkinin içinde daha kolay ve yaratıcı süreçlerle atlatılır.

O toprakta yaşayan bitkilerin içinde bitki olmanın gereği olan bir ölüm saklıdır. Yapraklar solar ve dökülür. Sararan ve toprağa düşen bütün yapraklar toprakta tekrardan hayata dönüşerek bitkilere yeniden can verir. Murathan Mungan’ın güzel dizeleriyle ifade edilir ise “Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren”. İki kişi veya şey arasındaki ilişki her şeyi hayata dönüştüren bir sanat gibidir. Her solan yaprakta biraz ölüm biraz da acı vardır ama toprağın tekrardan hayata dönüştüremeyeceği acı ve ölülük yoktur.

Nash’in hikayesindeki gibi bir ilişkide, o sanrısal arkadaşlarla kurulan ilişki, ölü bir toprağa kurulmuş bir ilişkidir çünkü Nash’e tekrar tekrar tehlikede olduğunu söylemekteydiler. Tekrar tekrar aynı şeyleri bekleyen insanların varlığı veya tekrar tekrar aynı hayal kırıklıklarını yaşadığımızı düşündüğümüz ilişkiler Nash’in hikayesinde olduğu gibi bir parça ölüdür. Ne içindekiler ne de ilişkinin kendisi büyüyemez.

Onlarca farklı ilişki biçiminin içinden neden şu anda yaşadığımız ilişkiyi kurmayı tercih ettiğimiz bu açıdan önem kazanmaktadır. Bu soru onlarca duygu içinden neden sürekli aynı duyguyu yaşadığımızı sormakla eşdeğer bir sorudur. Hatta birçok durumda kişi, o nahoş ve tahammül edilmez bulduğu duyguları yaşamak için çok büyük çaba sarf etmektedir. Neden ve nasıl bir kişi çok farklı kişilerle aynı ilişkiyi yaşayıp bu ilişkinin içinde aynı duyguları yaşar? Daha önce yapılan benzetmeye geri dönersek neden sürekli aynı ilişkiyi yaşıyorum sorusu, neden sürekli aynı rüyayı görüyorum sorusunu başka bir yerden sormaktır. Anlamak için, aklımızın ermediğini ilişkilerle tamama erdirmek için… İlişkilerde, rüyalarda olduğu gibi bize dair çok değerli bir içsel hakikat saklıdır. Ne var ki örtü örttüğünün şeklini alıyor. İlişki bir süre sonra örtbas etmek istediği şeyin kendisi haline gelir. Örneğin geçmişte yaşadığı değersizlik duygularını telafi etmek için kurulan bir ilişkinin temel meselesi değerlilik-değersizlik oluveriyor.

İlişkinin aritmetiğini anlamanın önemli yollarından bir diğeri de ilişkinin içinde hangi duyguları daha sık yaşadığımıza odaklanmaktır. Öfke, değerlilik, değersizlik, ihmal edilmişlik, ümitsizlik gibi duyguların daha yoğun şekilde hissedildiği bir ilişkiye neden ihtiyaç duyulduğu, bu ilişkiyle veya bu denklemi tekrar tekrar kurarak neyi anlamaya çalıştığımız bu aritmetiği anlamak için sormamız gereken ikinci sorudur.

İlişkilerin Aritmetiği-----
İlişkilerin Aritmetiği—–

Yalnız olmak veya Birlikte olmak

Bir kişinin kendi yalnızlığıyla birlikteyken nasıl hissettiği başkasıyla birlikteyken nasıl hissedeceğini belirler. Belki de ilişkilerin aritmetiğini yalnızlıkla kurduğumuz ilişki kadar etkileyen başka bir öğe yoktur. Bundan dolayı yazının adı “Yalnızlığın Aritmetiği” olabilirdi.

İnsan gelişiminde ve diğer insanlarla ilişki geliştirmede yalnız kalabilme kapasitesi çok önemlidir. Birlikte olabilmek için öncelikle yalnız kalabilmek gerekir. Burada kastedilen birliktelik fiziksel veya mekansal birliktelik değildir. Ruhsal olarak yanında, orada onunla olduğunu hissedebilmektir. Bir şeyle veya biriyle birlikte olmak insanın kendisiyle birlikte olmasından bir kaçış ise burada sorunlar ortaya çıkar; çünkü yalnızlıkla kurulan sorunlu ilişki bir başkasıyla kurulacak sorunlu ilişkiye gebedir. Birisiyle veya bir şeyle ilişki kurarken yalnızlığımız bazen bir tehdit olarak, bazen de elimizi tutup bizi sakinleştiren bir anne olarak hep oradadır. İkinin hemen solundaki bir gibi.

Yalnızlık uyku gibidir. Biriyle birlikte olmak ise uyanık olmak. İyi uyuyamayan biri uyanıklığından da pek hayır görmez. Nasıl iyi bir uyanıklığın içinde iyi bir uyku gizli ise, “iyi” bir ilişkinin içinde “iyi” bir yalnızlık gizlidir. Bir bebeğin annesinin varlığıyla kurduğu ilişkinin temeli annesinin olmadığı durumlarda ne hissettiğinin üzerine kuruludur. Eğer bebek annesinin yokluğunda aşırı kaygılı ise annesinin yanındayken de sakinleşemez. Annenin yokluğunda yalnız bırakılmış, terk edilmiş, reddedilmiş ve istenmemiş hisseden bebek anne geri  döndüğünde huysuz ve yapışkan olabilir. Anneyle ilişkisinden ümidini kesen bir bebek ise anneye karşı tamamen ilgisiz kalabilir. Bebek ancak annenin sürekliliğini ve sabitliğini hissedebilirse huzurlu ve güvenli bir yalnızlık yaşayabilir ki bu bir yetişkin için de böyledir. İç dünyasında sabit bir nesne deneyimleyebilen biri yalnızlığında huzurlu, üretken ve doyumlu olabilir. Yalnız kaldığında bunu terk edilme olarak yaşayan bir yetişkin ise bu durumla baş etmek için verimsiz ya da zararlı bazı yollara başvurabilir, kendine zarar verme davranışları olabileceği gibi, bu yollardan biri yalnız kalmamak için kurulan ve doyurucu olmayan ilişkiler de olabilir.

Yalnızlığından veya kendiyle kalmaktan korkan veya aşırı kaygılanan, sürekli bir şeyle veya biriyle kendini yatıştırmaya çalışan insan hiç uyumadan uyanık kalmaya çalışan biri gibi çılgınca bir işe girişmiştir. Daha farklı bir örnekte ise; yalnızken aşırı içsel fakirlik yaşayan ve daha çok depresif bir duygulanımla yaşayan kişide benzer bir durum mevcuttur. Burada kişi içsel olarak fakirleşmekte ve diğerinin aksine sürekli uykuya yakın bir halde bulunmaktadır. İlk örnekteki kaygılı hal bu örnekte aşırı ilgisiz bir şekilde kendini ortaya koyar. Pessoa’nın kahramanı Soares’in dediği gibi “…kayıtsızlıktan doğan acı, ki kayıtsızlık da zaten aşırı acı çekmekten olur”. Uykunun düzenleyici etkisi gibi yalnızlığın da düzenleyici bir etkisi vardır. Ne yaşadığını ne hissettiğini anlamak onu sindirmek için önemli bir süreçtir. Bir ara gibi değildir. İlişkinin en temel saç ayağıdır. Birlikte olmanın en önemli parçasıdır.

Yalnız olmakla biriyle olmak arasındaki etkileşim ve geçiş birbirlerinden ayrılmazdır ve birbirlerini karşılıklı olarak yaratır. Diğerindeki bir değişim mutlaka ötekine yansır. Yalnızlıkla kurulan ilişki biriyle kurulan ilişkinin negatifi gibidir. Burada negatifi fotoğrafçılık veya heykel sanatındaki negatif olarak görmek gerek. Fotoğraf filmindeki (fotoğrafın negatifi) veya heykel kalıbındaki (heykelin negatifi) en küçük değişiklik fotoğrafa veya heykele mutlaka yansır.

Kimsenin yalnızlığı birbirine benzemez. Herkesin kendince bir yalnızlığı vardır. Herkesin yalnızlığı farklıdır. Yalnızlığıyla yaratıcı bir ilişki kuramayan hiç kimse bir başkasıyla da yaratıcı ilişki kuramaz. Genel bir kural olarak bir ilişkinin yükünden şikayet eden biri aynı zamanda yalnızlığın da yükünden şikayet eder. Yaratıcı bir ilişkinin tılsımı, mayası yaratıcı yalnızlıktır. Freud veya Dostoyevski gibi büyük düşünürler ve yazarların yalnızlığı onların en büyük eseridir. Etraflarındaki kişilerle ve şeylerle kurdukları ama en önemlisi de kendi yalnızlıklarıyla kurdukları ilişkileri onların en büyük eseri ve diğer eserlerinin sebebidir. Bu açıdan herkesin yalnızlığı kendine özgüdür. Dünyada kaç tablo, şiir veya kitap varsa o kadar da yalnızlık çeşidi vardır. Bütün bu yalnızlık çeşitlerine rağmen bütün bu yalnızlık türlerinin ortak paydaları yaratıcı bir süreci içermeleridir.

İlişkilerin Aritmetiği
İlişkilerin Aritmetiği

Sonuç Olarak;

Daha önce de belirtildiği gibi, bu yazı, ilişkiler ve insanın ilişki kurma ihtiyacı üzerine psikodinamik ve psikanalitik bakış açısına dair genel bir yaklaşım sunmaktadır. Psikodinamik ve psikanalitik bir terapi süreci kişilerin yaşadıkları bu ilişki ve/veya yalnızlık sorunlarını anlamak için sorunların üzerine konuşulabilir güvenli bir çevre ve sorunların doğasını anlamak için duygusal, bilişsel  ve davranışsal bir terapi çerçevesi sunar.

İlişkilerin aritmetiğine dair bu yazı ilişkilere dair bir çarpım tablosu sunsa da, tıpkı matematikte olduğu gibi, çarpım tablolarının varlığına karşın çözülemeyen birçok denklem vardır. Bu açıdan bu yazıdaki mantıksal çerçevenin çalışmadığı ve daha derin bir değerlendirmenin gerektiği ilişki biçimlerinin varlığı unutulmamalıdır.
İlişkilerin Aritmetiği, Psikoterapi, Psikolog, Terapi

Yazarın Diğer Yazıları:

Aptallık Saflık Naiflik ve Psikolojik Kökenleri