Film Analizi Zelig Mockumentary

‘Konformizm’/’Survival’/’Kaçıngan Kişilk’/‘Disosiasyon’/’Yahudi Kimliği’ ve Tarihin Zülfüyari: Zelig
Dr. Caner Bingöl
Terapist

Marmara Üniversitesi GSF, Sinema-TV

“…geriye dönük meşruluk ve ileriye yönelik ebedilik için…”
Jan Assmann, Kültürel Bellek

Binlerce yıl önce, eski uygarlıklar, Mısırlılar, Romalılar, Mayalar da aynı bizim gibi evlerine yürüyüp akşama ne yiyeceklerini tartışıyorlar veya sohbet ediyorlardı. “Geçen gün Nil Nehri’nin orada firavunun yeni piramidine bakan yeni bir bahçeli ev satın aldık.” Veya “Çocuğumu iyi bir Aztek okuluna yazdıramadığım için endişeliyim.”… Şimdi bütün bunların ne anlamı olabilir ki? Ama onlar buna önem veriyorlardı. Doğası gereği sosyal bir yapı içinde varlığını sürdüren insan, başkalarıyla olan ilişkileriyle doğru orantılı olarak mutlu ya da mutsuz oluyor. İnsanlar tarafından takdir edilmek, beğenilmek, sevilmek olmazsa olmazlarındandır insanın. Bu uğurda yeri geldiğinde dışlanmamak, öteki olmamak için gerçekte olmadığı ve/veya yapmadığı şeyleri kıvırarak öyleymiş gibi (as if) gösterir. Genel olarak bu duruma komformizm denir ki herkes bir şekilde bu durumu yaşamıştır. Usta yönetmen Woody Allen’ın, 1983 yapımı Zelig’i tam da bu konuyu işleyen, esprili, absürt, bol göndermeli bir sahte belgesel olarak dikkat çeker.

Film Analizi Zelig Mockumentary
Film Analizi Zelig Mockumentary
Zelig, Mockumentary Film

Kısaca bu şekilde özetlenebilecek, 1983 yapımı Woody Allen filmi Zelig, türünün harika bir örneği, bir mockumentary film: yani sahte belgesel. Elbette Zelig adında biri hiç yok ve bu yazılanların hepsi de tamamen bir Woody Allen yaratıcılığı ve kurgusundan ibaret. Mockumentary, hiç olmayan bir olayı, bir kişiyi ya da bir dönemi, tamamen kurmaca mantığıyla fakat teknik olarak belgesel anlayışıyla anlatan bir film türü. Zelig’de türe dair teknik, çok titiz uygulanıyor ve böyle olunca da izleyici “bu adam galiba gerçekten yaşamış” hissine kapılıyor. Hızlandırılmış siyah beyaz resimler, kostümler, gazete küpürleri, basın açıklamaları ve o dönemi anlatan “günümüz” röportajları son derece gerçekçi. Woody Allen’ın şekilden şekile girmiş halleri, montajlanmış fotoğraflar ve diyaloglar da dört dörtlük.

1920’li yıllarda Amerika’da yaşayan efsane bir adam olan Leonard Zelig’in belgeseli, kendisi hakkında görüşlerin alındığı röportajlarla başlıyor. 20’li yıllarda Zelig (Woody Allen) efsanesine şahit olmuş insanların, 80’lerdeki röportajlarıyla… Ardından, hızlıca akan siyah beyaz sahnelerle, savaş sonrası kendini eğlenceye, kutlamalara, çeşitli partilere ve içkiye vermiş Amerikan halkının görüntülerini görüyoruz ve Zelig’in hikayesine başlıyoruz. Henüz onu tanımadan, efsanelerini duyuyor ve gittikçe de gizemini merak ediyoruz.

‘’Kendimizi bir sınırlama ya da bir karşıtlık ile karşı karşıya kalmış ya da kuşatılmış bulduğumuz her keresinde, bu tür bir durumun neyi öngördüğünü sormalıyız’’

Gilles Deleuze

Film Analizi Zelig Mockumentary--
Film Analizi Zelig Mockumentary–

1935 New York doğumlu Amerikan auteur yönetmenlerinden biri olan Woody Allen, senaryolarını yazıp başrolü de üstlendiği bütün filmlerinde kent ve özellikle de New York yaşamını, bu yaşamın insanlarda yol açtığı paniğe ve kuşkuya ulaşan güvensizliği ve bunalımı, Marx Kardeşler’in (Üç Ahbap Çavuşlar) anarşist sinemasını çağrıştıran bir anlayışla işlediği kendine has güldürü filmleriyle tanınır.

Onun her biri bir romanın ayrı bir bölümünü oluşturduğu izlenimini veren filmleri, özellikle Vietnam Savaşı sırasında ve sonrasında Amerikan toplumunu sarsan kimlik arayışını, toplumsal ikiyüzlülüklerin ve çelişkilerin üzerine giden anarşist bir güldürü ortamı içinde gündeme getirdiği için önem kazanırlar.

Özellikle bu tür filmlerinde ortaya çıkan -ilk izleri Bir Daha Çal Sam’de (1972, Play It Again, Sam, Herbert Ross) görülür ve daha sonra Annie Hall (1977), Manhattan (1979), Stardust Anıları (1980, Stardust Memories)- ve yönetmenin daha sonraki filmlerinin de kahramanı olacak, yaşama ayak uyduramayan, takıntılı, nevrozlu, saçları dökülmeye yüz tutmuş, kocaman gözlüklü ve kadınlarla ilişkileri rast gitmeyen New York’lu Yahudi Woody Allen kimliği hemen göze çarpar.

Film Analizi Zelig Mockumentary-
Film Analizi Zelig Mockumentary-

Daha ayrıntılı bakacak olursak, 1920’li yılların caz devrinde geçen bir öyküye göre Leonard Zelig, Manhattan’da bir bowling salonunun üstündeki evde babası Morris, erkek kardeşi Jack, üvey annesi ve kız kardeşi Ruth ile birlikte yaşamaktadır. Babası Bir Yaz Gecesi Rüyası’nın Ortodoks uyarlamasında Puck rolünde oynayan Avrupa Yahudisi bir aktördür. Baba, evin tek gelir kaynağı olmasından dolayı aile içinde şiddetli bir geçimsizlik mevcuttur ve bu şiddet çevreye yayılmıştır. Bu durumdan şikâyetçi olan bowling salonunun yanı sıra komşular hatta aşağı bloktan insanlardır. Ayrıca Leonard Zelig, çocukluğunda sık sık Yahudi karşıtlarının saldırısına da maruz kalmış ve ailesi onu küçük karanlık bir odaya kapayarak cezalandırmıştır. Bunun üzerine hayatın anlamını sorgulamaya başlayıp sinagoga giden Leonard, hahama danışsa da İbranice bilmediği için istediği cevabı alamadan oradan ayrılır. Böylece Yahudi karşıtlarının saldırılarından yana olan ebeveynlerinden sonra İbranice öğretmek için para isteyen hahamdan da ikiyüzlülüğü öğrenmiştir. Okula başladığı gençlik zamanlarında üvey annesini sevmediği için onu ne zaman kaybettiğini hatırlayamayan Leonard, babasını ise ölüm döşeğinde hayatın manasız bir azap kâbusu olduğunu ve telli çalgıları elinde tutması gerektiğini söylediği son sözleriyle hatırlar. Böylece ebeveynlerin yokluğu kardeşleri hayatta yeni bir yol çizmeye sevk eder. Ruth, soyguncu bir alkoliktir ve kendini ölüme götürecek ilişkiler (M. Geist ve Luis Martinez) içerisindedir. Jack, yaşadıklarına daha fazla dayanamayıp sinir krizi geçirmiştir. Leonard ise kardeşleri gibi olmayıp hayata tutunmanın, sevilmenin kendince güvenli bir yolunu bulmuştur: Başkaları gibi olmak. Diğer insanlar gibi davranmaya başladığı ilk anı okulda birkaç zeki adamın kendisine Moby Dick’i okuyup okumadığı sorusuna verdiği cevapla ilişkilendirir. Ara ara olmadığı biri gibi davranmaya devam eden Leonard, bu davranışlarının otomatikleşmeye başladığı ve değişiminin makyajının başkalaşmalarının fiziksel dışavurumu haline geldiği olaydan ise şöyle bahseder: ‘’Yıllar önce. Aziz Patrick günü. Bir bara girdim. Yeşil bir elbise giymiyordum. Beni elleriyle gösteriyorlardı. Ben de İrlandalı oldum. Saçlarım kızıllaştı, burnum kızarmaya başladı. Büyük patates kıtlığından ve küçük insanlardan konuşmaya başladım.”

Film Analizi Zelig Mockumentary---
Film Analizi Zelig Mockumentary—

Bu davranışlarının sebebinin sevilmek ve kendini güvende hissetmek olduğunu söyleyen Leonard, değişikliklerinin halk tarafından fark edilmesi ve asıl sevgiyi bulacağı kadınla tanışmasını 1929 yılında New York Yankees’in antrenman kampında yakalanması ile birlikte ertesi günün gazetelerinde ufak bir ayrıntı haber olarak yer almasına ve kendisini işçi olarak tanıttığı ev sahibi kadınla patronunun onun kaybolması üzerine polise bildirdiği işçi kayıp ihbarına borçludur. Çünkü gariptir ki hastalığı kurtuluşunun köklerindedir. Yakalandığı sırada da fiziksel başkalaşımlar sergileyen Leonard Zelig, Manhattan Hastanesine yatırılır ve onu insan olarak önemseyen tek kişiyle, psikiyatrist Dr. Eudora Fletcher ile tanışır.

Zelig, psikolojik bir rahatsızlıktan dolayı acı çeken, çok güçlü kişiliklerle birlikteyken kimliğini kaybeden, sevilmek istese de toplum içinde anonimleşmeyi arzulayan yeni bir şey, hilkat garibesi; Marksistler için önemli biri, sonuca ulaşmak için kılıktan kılığa giren bir yaratık, emekçilerin hileyle sömürülmesi. Mükemmel konformist. Estetik içgüdünün zaferi. Fanatikler için adaletsizliğin, bunalımın keşmekeşliğindeki Amerikan halkının kişisel gelişim ve kendini gerçekleştirme olasılığının bir sembolüdür.

Eudora Fletcher ise Philadelphia’lı zengin bir aileden gelen Catherine ve john Fletcher’ın kızıdır. Annesi zengin ve rahat bir şekilde yaşarken borsacı olan babası oldukça bunalımlıdır ve sık sık içerek kendini rahatlatmaya çalışır. Kendisi içine kapanık ve sessiz bir çocuk olduğu için kız kardeşi Meryl -profesyonel bir pilot- kadar olmasa da amatör bir pilot ve Manhattan’da görevli bir psikiyatristtir. Bilinçli bir varoluşla hareket ederek toplum tarafından elde ettiği görev/kimlikle ve devletin gücüyle kimliksizler üzerinde çalışarak onları yerli yurtlulaştırmaktadır. Günün birinde tıp dünyasının en ilginç vakası olarak adlandırılacak Leonard Zelig ile tanışır. Eudora, onu insan olarak önemseyen ve topluma uyumlu hale getirmek isteyen, onu seven tek kişidir.

Film Analizi Zelig Mockumentary----
Film Analizi Zelig Mockumentary—-
Sinema Ruhsallık Zelig

Sinemada Psikiyatrik Tanılar Sinemanın tanı el kitabı geçen yıllar boyunca pek az gözden geçirilip değiştirilmiştir. Ana kategorileri sabit kalmıştır; bunların nitelik ve vurguları DSM ve ICD’den oldukça farklıdır.

Sinema ve DSM ya da ICD terminolojisini bir arada ele alırsak, sinemanın el kitabında fazlaca temsil edilen hastalıklar şunlardır: disosiyatif reaksiyon, özellikle amnezi ve çoğul kişilik; cinayeti de içeren mani; madde bağımlılığı; dürtü kontrol bozuklukları; histerik paralizi; fobik bozukluklar; transseksüellik ve travestilik; genellikle psikolojik belirtileri olan yapay bozukluk; şizofrenik ve paranoid bozukluklar ve akıl sağlığının yerinde olması.“Akıl” hastaları Benny & Joon’da olduğu gibi yavaş, düzgün konuşamayan, zihinsel sınırlı kişilerdir. Tanılar karışık, dağınıktır.

‘Disosiyatif bozukluklar Çoğul kişilik sinemanın “tanı el kitabında” sıkça yer alır. En ünlü örnekleri ikisinde de başrolde önce hasta sonra da terapist olarak Joanne Woodward’ın yer aldığı The Three Faces of Eve (1957) ve Sybil (1976)’dır. Bu kategorideki başka önemli iki film ise Psycho (1960) ve Dressed To Kill’de (1980) yine çift kişilikli bir adam sergilenmektedir: kişiliklerinden birinde hoş ve sempatikken, diğerinde bir kadın gibi giyinir ve korkunç cinayetler işler. Bu bir tek kişide yaygın sinema tanı kategorileri birleşir: disosiyatif reaksiyon, cinayet içeren mani ve transseksüalizmle travestisizm (Schneider, 1987). Spellbound (1945) isimli filmde ise, Gregory Peck psikojenik amnestik bir hastayı canlandırmaktadır.

Öte yandan psikozu betimlerken Hollywood sıklıkla şizofreniyi disosiasyonla ve çoğul kişilikle karıştırmıştır. Çoğul kişilik mitine katkıda bulunan en önemli film herhalde Hitchcock’un Psycho’sudur. Filmde iki kişilikli Norman Bates sapa yolda kalan bir motelin yumuşak başlı sahibidir. Etkilendiği genç kadınları öldürmeden önce öldürülmüş annesinin kıyafetlerini giymektedir. Filmin sonunda klinik tablo bir katatonik şizofreniye döner. Filmin sonlarında Simon Oakland’ın oynadığı psikiyatrist Norman hakkında bir psikodinamik formülasyon yapar ve seyircilere Norman’ın hastalığının etiyolojisi açıklanır. Kişilik bozuklukları için ilginç bir yorum Woody Allen in Zelig indeki kaçıngan kişiliktir. Zelig bir tür insan bukalemundur. İlişki kurduğu herkesin özelliklerini benimsemektedir. Şişman adamla birlikteyken şişman bir adam olur. Nazilerin varlığında nazi ve psikiyatristi Eudora Fletcher in (Mia Farow oynamıştır) yanında psikiyatrist olur.’ (Psychoscope: Sinemada Akıl Hastaları – Kültegin Ögel)
Geçerken anımsamakta fayda var. Dissosiyatif kimlik bozukluğu tanı kriterleri şunlardır;

  • İki ya da daha fazla birbirinden ayrı kimlik ya da kişilik durumunun varlığı (çevre ve kendisi konusunda her biri oldukça süregiden kendi algılama, ilişki kurma ve düşünme biçimine sahiptir).
  • Bu kimlik ya da kişilik durumlarından en az ikisi zaman zaman tekrarlayarak kişinin davranışını denetim altında tutmaktadır.
  • Önemli kişisel bilgileri sıradan bir unutkanlıkla açıklanamayacak biçimde anımsayamama
  • Bu bozukluk bir maddenin doğrudan fizyolojik etkilerine (örneğin alkol entoksikasyonu sırasında görülen “black-out”lar) ya da genel bir tıbbi duruma
    (örneğin kompleks parsiyel epilepsi) bağlı olarak ortaya çıkmamaktadır.

Not: Çocuklarda belirtiler hayali oyun arkadaşları ya da fanteziye dayalı oyunla
açıklanamamaktadır (APA, DSM-IV, 1994).

Film Analizi Zelig Mockumentary------
Film Analizi Zelig Mockumentary——
Freud Kirpi Zelig

Doktor Sigmund Freud, 1909 yazında bir gün, Viyana Berggasse 19 numaradaki ev-ofisinde purosunu yakıp aniden şöyle söyledi: “Amerika’ya gideceğim, vahşi oklu kirpileri görüp, birkaç da konferans vereceğim.” O an herkesi şaşırtmış oldu. Çünkü Freud, Amerika’ya daha önce hiç gitmemişti ve oradan ne kadar çok nefret ettiğini her fırsatta dile getiriyordu. Freud şöyle devam etti: “Büyük hedefleriniz varsa, dikkatinizi fazla gayret gerektirmeyen ikinci bir hedefe yoğunlaştırmak, korkunuzu azaltır.” Böylece, Freud’un has müridi Ernst Jones’un aktardığına göre, “kirpiyi bulmak”, Freud ve çevresinin kavramları arasındaki yerini aldı.

Kirpinin Freud’un aklına düşmesinin nedeni, Arthur Schopenhauer’in 1851’de yayınladığı Parerga ve Paralipomena: Kısa Felsefi Denemeler adlı eserinin ünlü 396. bölümünün bir kısmıdır. Schopenhauer bu bölümde kirpilerin soğukta kaldığı bir anda karşılaştıkları ikilemi anlatır: “Soğuk bir kış sabahı çok sayıda oklu kirpi, donmamak için birbirine bir hayli yaklaştı. Az sonra, oklarının farkına vardılar ve ayrıldılar. Üşüyünce, birbirlerine tekrar yaklaştılar. Oklar rahatsız edince yine uzaklaştılar. Soğuktan donmakla, batan okların acısı arasında gidip gelerek yaşadıkları ikilemi, aralarındaki uzaklık, her iki acıya da tahammül edebilecekleri bir noktaya ulaşıncaya kadar sürdü. İnsanları biraraya getiren, iç dünyalarının boşluk ve tekdüzeliğidir. Ters gelen özellikler ve tahammül edemedikleri hatalar onları birbirinden uzaklaştırır. Sonunda, birarada varolabilecekleri, nezaket ve görgünün belirlediği ortak noktada buluşurlar. Bu uzaklıkta duramayanlara, İngiltere’de ‘keep your distance! / mesafeni koru!’ denir. Bu noktada, çevrenin sıcaklığını hissetme arzusu kısmen karşılanır ama, buna karşılık okların acısı hissedilmez. Kendi iç sıcaklığı çok yüksek olanlar ise, ne sıkıntı vermek, ne de sıkıntı çekmek için, topluluklardan uzak durmayı tercih ederler.”

Schopenhauer’in yazdığı bu bölümün bir kısmı, daha sonra Sigmund Freud’un 1921’de yayınladığı Grup Psikolojisi ve Ego’nun Analizi adlı eserinde dipnot olarak yer bulur. Freud, ana-oğul dışında tüm insan ve grup ilişkilerinde gözlenen çatışmayı açıklamaya çalışırken “Schopenhauer’in ünlü donan oklu kirpi benzetmesindeki gibi, hiç kimse, komşusuna fazla yaklaşmaya katlanamaz” der ve yukarıdaki dipnotu verir. Freud’un hayatı boyunca cevaplamaya çalıştığı asıl soru, “Çok fazla olması için, ne kadar çok olması gereklidir? Ne zaman yeter der insan? Ne zaman çizgi aşılır? Hayatta kalma güdüsünün sınırı neresidir?” Oklu kirpi, Freud’u sorularıyla lanetlemiştir. Leonard Zelig’i de!. Kendisi ve ötekiyle birarada varolabileceği, nezaket ve görgünün belirlediği ortak noktada buluşmaya çalışan Zelig özelinde, Amerika’daki pek çok Yahudi deneyimini yansıtan, topluma deliler gibi asimile olmak isteyen Zelig’in öz varoluşu aslında bir varolamayıştır. Kişilikten yoksun insan nitelikleri o kadar uzun zamandır hayatın hengamesinde kaybolmuştur ki hep tek başına durur. Sessizce boşluğa bakarak.Bir gayri insan. Rol yapan bir ucube. Bütün isteği uyum sağlamak, ait olmak, düşmanlarına görünmez olmak ve sevilmektir. Ama ne uyum sağlayabilir ne de aidiyet yaşayabilir. Düşmanlarının denetimi altındadır ve umursanmadan durur. Çünkü o, toplumsal baskının bireysel kimliği yok ettiği bir ortamın ürünüdür ve onu kurtaran da aşkıdır!
Psikanalitik Film Analizi, Film Analizi ve Psikoloji, Film Analizi Örneği
Zelig, bireyin ilk adımda freudyen ödipal kimliğin; ikinci olarak lacanyan simgesel düzene geçişiyle birlikte aldığı kimliğin kimliksizleşmesini ve bir üst perdeden yeni-üretim kimlik mekanizmasında faşist devletin toplum biçimlendirmesine ayak direten ya da aşırı derecede asimile/anomi olmak isteyen ki –Kimlik, Gilles-Gaston Granger adlı bir Fransız filozofunun dediği gibi, çoğu zaman ‘statik’ değil, ‘jenerik’ de olabilir, ki bu esas trajedimizdir: Kimliğimi ifşa ettiğimde artık asla birey olamam-buna ek olarak Deleuze’e göre kimliğin kendisi, ne kadar köklü ve sabit görünürse görünsün, sürekli olarak hareket halindedir- arzu makinelerini önce yersiz-yurtsuzlaştırması ve ardından bireyi yeniden mekanizmanın yahut sistemin içinde pay verme görünürlüğünün bir modeli olan yerli-yurtlulaşmayı dayatması yani kimliğin bir aidiyet zorunluluğu haline getirilişinin bir nevi otoriter söylevini akla getirerek üç aşamalı bir düşünce fırsatı verir. Fakat yönetmenin Freud güdümlü psikanaliz anlayışı üç aşamalı düşüncenin en geniş halkasının kırılmasına neden olur. Dolayısıyla filmin finalinde toplumsal baskının değil de aşkın iyileştirdiği ki aşk da bir kısıtlanmadır, mesajının okumasını kişilik ve aşk belirler:‘Kendimi dışarıda bulmam, kendimde ötekini bulurum’ ve ‘Seni seviyorum, ama anlaşılmaz biçimde, sende senden fazla…’

Film Analizi Zelig Mockumentary-------
Film Analizi Zelig Mockumentary——-
Zelig, Çoğul Kimlik-Kaçıngan Kişilik, Yahudi Sorunu, Konformizm ve Kirpi

Romalılar açısından Nasıra’lı İsa ve Havarileri sorunu öncelikle bir Yahudi meselesiydi. İsa Romalılara karşı komploların, itaatsizliğin ve isyancılığın yaygın oldugu bir dönemde kamuya açık meydanlarda insanları çevresine topluyor, vaaz veriyordu. İsa bundan dolayı Romalılar tarafından çarmıha gerilerek katledildi ve katledildilği çarmıhın üzerinde İbranice, Yunanca ve Latince şöyle bir yazı vardı: INRI-JNRI (Latincesi Iesus Nazarenus Rex Iudaeorum –Jesus Nazarenus Rex Judaeorum) yani Nasıralı İsa, Yahudilerin Kralı…

Coğrafi sınırlamanın anlaşılır nedenleri vardır: yüzyılın başında dünyadaki Yahudi nüfusunun çoğunluğu Orta ve Doğu Avrupa’da yaşıyordu. Yahudi proletaryası ve Yahudi işçi hareketi coğrafi olarak bu bölgede oluşmuştu. Gelenek ve modernizm, feodalizm ve kapitalizm, özgürleşme ve anti-semitizm burada çarpışıyor, milliyetçilik ve asimilasyonun diyalektiği üzerine kurulu yeni Yahudi sorununun çerçevesi burada çiziliyordu. Rusya ve orta Avrupa ülkelerindeki Marksistler Yahudi sorununu tartışırken bazı temel sorunları ortaya koyuyorlardı: Yahudi sorununun tarihsel kökenleri nerededir? Yahudiler bir ulus mu, yoksa bir kültür mü? Bu sorunlar temelinde bir Marksist ne Bati Avrupa’da ne de küçümsenemeyecek bir Yahudi sosyalist hareketinin mevcut olduğu Birleşik Amerika’da gelişti. 
 
Burada Fransız Sosyalistlerinin Yahudi sorunuyla Dreyfus skandalı sırasında karşı karşıya kaldıkları söylenebilir. Ancak geçen yüzyılın sonuna kadar Fransız işçi hareketinin tarihini belirleyen Proudhon’cu ve Blanqui’ci sosyalizm teorilerinin Yahudi karşıtı gelenekleri Marksizmin içinde değerlendirmek doğru olmaz. Yahudi sorununa Marks’ın düşüncelerinden etkilenen Jean Jaures, Paul Lafargue, Georges Sorel ve Bernard Lazare gibi bazı sosyalist ve özgurlükçü Fransız aydınları değindilerse de bunların analizleri çok özel bir entellektüel çizgi izlediğinden, Fransız Marksistlerinin Yahudi sorunu üzerine tartışması olarak görülemez. 
 
ABD’de Yahudilerin, asimilasyonu ve Amerikan Yidişleri olarak ulusal özerkliği tartıştıkları yaklaşık elli yıllık bir dönemde bile (1880-1930) işçi hareketi içinde Yahudi sorunundan söz edilmedi. 19.yy’in son çeyreği ile 1.paylaşım savaşı arasındaki büyük göç döneminde Amerikan işçi sınıfı çok ulusluydu ve proleterya içindeki her etnik grup kendi topluluğuna bağlıydı. Bu çerçevede, Yahudi sosyalizminin varlığı normal bir olgu olarak görüldü. Engels’in, Daniel de Leon’un ve 3.enternasyonalin Marksizminin ‘Amerikanlaştırılması’ yolundaki sürekli çabalarına rağmen, bu ideoloji outsiders’ın bir aracı sadece birkaç göçmen işçinin ya da marjinal aydının bayrağı olmaktan öteye geçemedi. Sosyalist Yahudiler de bu eğilimin içinde kendi kimlikleriyle ve asimile olma zorunluluğuyla karşılaşmaksızın yer aldılar.

Sonuç olarak

Filme dönerek değerlendirecek olursak; film yanında bulunduğu kişinin görünüşüne girebilme yeteneğine sahip, Çinli ile Çinli, doktorla doktor, şişmanla şişman olabilen Zelig’in (Woody Allen) öyküsünü aktarır. Ünlü yazar F S. Fitzgerald’ın da değinmiş olduğu Zelig, yakalandığı “bukalemunluk” hastalığından doktorunun (Mia Farrow) yardımıyla kurtularak herkes gibi biri olur. Kurmaca bir öyküyü bir belgesel gibi aktaran, ünlülerin tanıklıklarına, haber filmlerinden alıntılara yer veren ve kurgusu iki yıl süren Zelig, yönetmenin güldürme yeteneğini beklenmedik bir doğrultuda kullanırken, Zelig’in hangi kimliğinin gerçek hangisinin sahte olduğu sorusunun yanıtını seyirciye bırakır. Aslında Zelig, toplumsal baskının bireysel kimliği yok ettiği bir ortamın ürünüdür.

Kimliğin kronolojik sınırı, Nuh’un üç oğlu Sam, Ham ve Yafes ile başlayan, İbrahim, Yakup ve Musa ile devam eden Babilonya tarihine rağmen, kaçınılmaz olarak Holokost-Shoah-Büyük Felaket ile çizildi. Faşizm savaş sırasında Yidishland’i ve Yahudi sosyalizmini Avrupa haritasından tamamen sildi. 1943 yılında Varşova Gettosundaki ayaklanma ile gösterdikleri son kahramanlıktan sonra Yahudi sorununun ağırlığı Filistin’e kaydı. Orta ve Doğu Avrupa’daki Yahudi toplumunun yok olmasıyla birlikte Yahudi kimliği, genel olarak soykırımın kaçınılmaz etkileri ve İsrail Devleti’nin kurulmasıyla yeniden tanımlandı. Savaş Yahudi sorununda kesin bir değişime yol açtı.

Film Analizi Zelig Mockumentary-----
Film Analizi Zelig Mockumentary—–

Yönetmenin filmografisi içerisinde, kimliğin dönüşümü üzerine yapılmış bir taşlama örneği olarak Zelig, Woody Allen sinemasında oldukça önemli bir filmdir. Zira, Yesu’nun Tanrı’nın vaad ettiği toprakları fethinden beri oralarda şu veya bu şekilde Yahudilerin halk olarak kimliklerini bağlayabildikleri bir Yahudi devleti olmuştu ve tamamen işgal edildiklerinde dahi bir topluluk olarak varlıkları ve liderleri olmaya devam etmişti. Hatta Babil sürgününde dahi sürülenler ile kalanlar arasında bağlar kopsa dahi her iki topluluk kendi arasında ortaklıklarını ayrı ayrı koruyabilmişlerdi. Freud’un hayatı boyunca cevaplamaya çalıştığı asıl sorusu ve Zelig’te yer alan ‘konformizm’/’survival’/’kaçıngan kişilk’/‘çoğul kişilik-disosiasyon’/’Yahudi kimliği’ ve tarihin zülfü yarine dokunarak sonlandıralım: “Çok fazla olması için, ne kadar çok olması gereklidir? Ne zaman yeter der insan? Ne zaman çizgi aşılır? Hayatta kalma güdüsünün sınırı neresidir?..”